Haftalık Köşe Yazısı

  • İnsan ilişkileri ve iletişim için, köy ortamı ve özellikle tabiattan çok güzel örnekler geliyor aklımıza. Mesela, babalarından kalan tarlayı eşit olarak bölüşen iki kardeşin aldıkları ürün aynı olamayabiliyor. Bir tanesi gününün çoğunu tarlada geçirir, tohumunu seçer, uygun gübre için toprak örneğini ilçeye götürür, çok hassas olan sulama zamanını kaçırmaz, bazen geceden kalkıp tarlaya gider, hasat zamanında da aynı duyarlılığı gösterir; aldığı verim de buna uygun olur.
  • Aile şirketlerindeki sıkıntıların temelinde; ailenin değerlerin hâkim olduğu bir sosyal yapı, şirketin ise mantık ve kuralların hâkim olduğu bir sosyal yapı olması yatar. Aile ile şirketin yan yana gelmesi yani ailenin bir şirket kurması, duygularla mantığın yoğun etkileşimini gerektirir. Bir tarafta duyguların, değerlerin ağır bastığı bir yapı, bir güç odağı; diğer tarafta mantık, matematik ve kurallar zincirinin ağır bastığı bir güç odağı vardır.
  • Başlık size neyi çağrıştırıyor bilmiyoruz ama sözünü etmek istediğimiz konu, işe gönlünü koyabilme sanatı. Bilirsiniz her çalışan işini severek, isteyerek, aşkla, heyecanla yapmak ister. Aynı şekilde yöneticiler de çalışanların kendilerini tam olarak işe vermelerini, işi tüm duyuları ile algılamalarını isterler. Her iki taraf da işin gönülden yapılmasından yana olur, hatta bu yolda birçok etkinlikler de yapar. Ancak bunu nadiren becerebildiğimiz de bir gerçektir.
  • Öncelikle, temel bir kişilik yatkınlığı olarak benmerkezci eğilimden ne anlamamız gerektiğine bakalım… Bilindiği üzere, her insanın kendisine has kişilik özellikleri vardır. Bir insanı o insan yapan, kendisine has ve diğerlerinden farklı kılan özelliklerin tamamı; o bireyin kişilik özelliklerini oluşturur. Bu temel kişilik yatkınlıkları, ham potansiyel olarak doğuştan gelir. Yaşamın ilk yıllarındaki aile içi etkileşim yoluyla yerleşir, şekillenir. Böylece doğuştan getirilen kişilik özellikleri; potansiyeli yaşam deneyimleriyle performansa, yeni davranışlara dönüşür.
  • Bir kısım insan tüketmeye, bir kısım insan ise üretmeye gelmiştir sanki dünyaya. Bir kısım; durmadan isteyen ama bir türlü vermeyen, üzerinde ot bile bitmeyen verimsiz bir topraktır âdeta. Diğer kısım ise çok az su ve bakımla üzerinde türlü türlü meyveler, ağaçlar, çiçekler veren toprak gibidir.