Haftalık Köşe Yazısı

Küresel Ahlak

Dilimizden düşüremediğimiz küreselleşme kavramı, son zamanlarda yeni yeni sorular getiriyor akla. Acaba küreselleşme süreci ahlakı da küreselleştiriyor mu? Küreselleşmeye paralel olarak giderek kendinden uzaklaşan insanın, doğal ahlaki duruşu önce esneyip sonra yumuşayıp, keskin köşelerini törpüleyerek küresel bir hüviyete mi kavuşuyor? Bu durumda küresel ahlakın temelleri, doğuştan getirilen saf insani değerlere mi yoksa egemen güçlerin gizli ve açık hedeflerine ve maddi değerlerine mi dayanacak?

Günümüzde giderek daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanan yapay, maddi değerlere dayalı, taraflı kimi küresel söylemler, evrensel doğrulara arkasından da ortak bir küresel ahlak anlayışına dönüştürülüyor diye endişe ediyoruz. Bu söylemler, kişisel ve toplumsal yaşamın bir parçası gibi tekrar edile edile ortak bir değer haline getirilmeye çalışılıyor. 

Temel insan ilişkilerin hemen her alanında bu yönlendirmeleri görmek mümkün. Evliliğe giderek soğuk bakmamız, çocuklarımızdan uzaklaşmamız, gençleri “kendi hayatlarıdır” diye ortalığa bırakmamız, yaşlılara tahammülsüzlüğümüz… Sonuçta aile değerlerinin yıpranması söz konusu. Diğer yandan iş ilişkilerinin edepten uzaklaşmasının adeta körüklenmesi, nerede maddi değerler varsa oraya doğru akmamız, belki de en önemlisi iyilik, dürüstlük, başkalarını düşünme gibi erdemlerin, nostaljik değerler hanesine hapsolması kısacası alışa geldiğimiz davranış ve alışkanlıklarımızdan hızla uzaklaşmamız bu yönlendirmelerin sonuçlarından bir kaçıdır. Daha da vahimi, genlerimize nakşolan rafine alışkanlıklarımızdan uzaklaştıkça küresel ahlaka yakınlaştığımız varsayılıyor. Yani kendimizden uzaklaşma düzeyimiz adeta küreselleşme düzeyimizi de belirler oldu. Bundan dolayıdır ki bir insan olarak kendimizi algılama biçimi ve kendimizden beklentilerden aile içi yaşama, iş ortamına ve toplumsal hayata kadar yüzlerce davranış kalıbımız hızla eriyor, değişiyor, anlamsızlaşıyor. 

Doğal yapımıza uzak, yapay ve salt maddi değerlere dayalı bir ahlak oluşturmamız için bunca çaba varken küresel ahlaka giden yolda iç dünyamızı ihmal etmememiz, içimizdeki sese kulak vermemiz, insan olduğumuzu yeniden ve yeniden hatırlamamız giderek zorlaşıyor. Çünkü günümüz insanının yaşam alanı adeta kuşatılmış durumda. Kendi öz yaşam alanını bireyin elinden alan, üstelik de bunu “küresel bir ahlak oluşturmak” üzere yapan güçler giderek çoğalıyor. Daha egemen olmak isteyen devletler, yer altı ve yerüstü kaynakları ele geçirmek isteyen uluslararası şirketler, kitlelerin gündemini belirlemek, yönlendirmek isteyen medya ve yaşamı hızlandıran tüm gelişmeler, bizi kendimizden biraz daha uzaklaştırıyor. Kendisi gibi olamayan insanlık, özde insani değerleri temel alan bir küresel ahlak yerine, egemen güçlerin maddi isteklerine hizmet eden yapay ve zorlama küresel ahlakı, yaşam biçimi olarak benimsemeye başlıyor. Oysaki ortak evrensel değerler, zorlama ile oluşmaz, olsa olsa yapay bir küresel ahlak oluşur. Bin yılların zaman süzgecinden adeta süzülerek bütün fazlalıkları alınmış, insani değerleri yüceltmeye ve geliştirmeye odaklanmış, insanı biraz daha insan yapan ortak aklın ürünüdür ortak değerler. 

Şu hâlde insanlık, aslında kendi içinde bulması gereken ortak evrensel değerleri çok uzaklarda arıyor. Doğuştan getirdiğimiz ama yakın ve uzak çevrenin kimi zaman bilerek ya da bilmeyerek uzaklaşmamız için ne gerekiyorsa yaptığı o öz değerleri keşfettikçe, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirdikçe evrensel değerleri yakalamış oluruz. Kendi içimizde keşfettiğimiz evrensel değerleri günlük hayatımıza yansıttıkça küresel ahlakın temellerini kuvvetlendirmiş oluruz.

Edep ve adaptan uzak, vicdan nimetinden yoksun ve kaynağını sokak kültüründen alan bir ahlak, günümüz insanının sorunlarını çözmek bir yana daha da keskinleştiriyor. İnsanın doğuştan getirdiği ve yakın çevresinin doğal yönlendirmeleriyle şekillenen ortak insani değerlerin, küreselleşen dünyanın da değerleri haline getirilmesi gereklidir. Bu ise her kültürün temel değerlerinin en az diğerleri kadar önemli olduğu, tarafsız, yönlendirmesiz, maddi hedeflerin gölgesinden arınmış bir medeniyetler diyalogu ile mümkün olabilir.

Örneğin temel bir değer olarak iyiliği düşünün. Karşılık beklemeden, ön yargıya aldırmadan, güzel bir şey yapmak, esasında ortak bir değerin ilk harcıdır. Öyle ki bu küçük harç, tüm insanlığı kapsayacak, kucaklayacak doğurgan hallere dönüşür. Nitekim bir iyilik binlercesini tetikler, bir güzellik binlercesine davetiye çıkarır. Bu ise insanın doğasında zaten vardır. Yeter ki bu saf duygunun yönünü değiştirmeyelim, yapay davranışlarla şişirmeyelim.