Haftalık Köşe Yazısı

İnsan Mı Kural Mı?

Adalet, bizi insan kılan en temel kavramlardandır. Düşünce ve davranışlarımız, bu kritik kavrama ilişkin algılarımızla şekillenir. İnsan ya insan üstü bir sistemin küçük bir parçası olmayı kabul eder. Âlemle uyumlu içselleşmiş bir adalet algısıyla yaşar. Ya da benliğini yücelterek sadece ceza korkusuna dayalı bir adalet algısıyla yaşar. Bir tarafta kaynağını evrensel insani değerlerden alan diğer yanda kaynağını benliğimizden alan adalet algısı.  

Adalet; en temel anlatımla başkasının hakkını gözetmektir. Adalet algımızın davranışa dönüşmesinde vicdan, hak, adil olmak, hukuk, demokrasi, kural gibi kavramların başlıca rol oynadığını biliyoruz. Burada belirleyici rol temel bir kişilik özelliği olan vicdan gelişimine aittir. 

Düşünce ve davranış düzeyinde iyi ve kötü arasındaki tercihte başkasını da kendisi kadar koruyan temel güç olan vicdan gelişimi ve ahlaki olgunluk, diğer bütün kişisel özelliklerimiz gibi üç kaynağın bileşiminin sonucudur. Bunlar; geçmişten alınan genetik enformasyon, yetişme biçimi ve kişinin biricik olmasını sağlayan karakter yahut fıtrat özelliğidir. 

Vicdan gelişiminde hangi kaynağın daha etkili olduğuna dair bilimsel çalışmalar devam ediyor. Ancak bilinen bir gerçek şudur: Düşünce düzeyinde vicdanlı, algı düzeyinde adaletli ve davranış düzeyinde adil olmak ya benlik değerleri yahut toplumsal değerlerin etkisi altındadır. Her insanda benlik değerleri (Ego) ile toplumsal değerler (Süper Ego) yarış halindedir ama biri daha baskındır. 

VİCDAN DARALIYOR

Günümüzde benlik değerlerinin giderek baskın olduğunu, bireyselleşme ve bencilliğin hemen her alanda tavan yaptığını, buna karşılık toplumun yaptırım gücünün azaldığını görüyoruz. Bunun en önemli göstergesi insandaki vicdan alanının daralmasıdır. Dolayısıyla ahlakın ve insana saygının azalmasıyla birlikte hayatın tamamını kapsayan aşırı kurallaşma ile karşı karşıya kalıyoruz.

Metropollerde birey, aile, iş, toplum yani yaşamın her karesini belirleyen kurallarla neredeyse otomatik bir hayat yaşıyoruz. Kuralların hızla artmasının iki temel nedeni var: Birincisi kalabalık ve karmaşık şehir yaşamı. Diğeri ise üzülerek söylemeliyiz ki daralan vicdani değerler. 

İnsan, evrensel insani değerlerden uzaklaşıp benlik değerlerine hapsoldukça toplumsal düzeni sağlayacak kurallar da artıyor. İlahi düzenin bir parçası olan insan,  mana alanından uzaklaşıp sadece maddi dünyanın bir parçası oldukça yazılı kurallar artıyor. Kurala uyma davranışı ya ceza korkusuyla yahut vicdan endişesiyle gerçekleşir. Adil olmamızı sağlayacak vicdani değerler zayıflayınca ben odaklı davranış anarşisi gelişiyor. Bunun önlenmesi için ceza odaklı kurallar manzumesine daha fazla ihtiyaç duyuluyor. 

Türk Evi’ndeki söyleşi ve imza günü için bulunduğumuz New York’un caddelerini, dolaşırken bu durumu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Metropol şehir yaşamının en ileri örneği içindeki insan manzaraları, hayatı kolaylaştırmaya yönelik kuralların, yaşamı zorlaştırdığını gösteriyor. Dünyanın kalbi olarak bilinen şehirde kalabalığın içinde yalnızlık, gürültünün içinde sessizlik hâkim. İnsanlar devasa yapıların arasında giderek küçülüyor. Dijital dünyanın sanal ortamında yaşamaya çalışan modern insanın, adalet algısı değişiyor. Kural insanın önüne geçtikçe birey, kendisine ve topluma yabancılaşıyor.

METROPOLDE AŞIRI KURALLAR

New York’ta oturmuş bir yaşamı, kuralların çok geliştiğini, sistemlerin önde olduğunu görüyoruz. Yer üstündeki hayatın baskın kuralları, yer altındaki muazzam ulaşım sistemlerinde de geçerli. Metrolar dakikasında geliyor, her bilgi dijital ortamda var, insan insana iletişim neredeyse yok. 

İşte yaşamı böylesine daralan, kendisini ifade imkânı bulamayan, toplumsal değer ve davranıştan uzaklaşan insanın benlik değerleri yükseliyor. Vicdan, adalet ve ahlak değer alanı zayıflıyor. İnsan olmanın gerektirdiği temel vicdani değerler ve içsel adalet ile ahlak alanı zayıflıyor. 

Bu zayıflığın getireceği karışıklıktan, kargaşadan ve anarşiden korunmak için bireysel inisiyatifi azaltan ve giderek çoğalan kurallar zinciriyle insan sınırlandırılıyor ve sıradanlaşıyor. Çünkü kendimize sınır koyma azmimiz ve isteğimiz daralıyor. İç dünyamızda zaten var olan iyilik odaklı gerçek adalet algısı daralınca yükselen ben odaklı içgüdüsel istekleri, dışarıdan gelen yaptırım odaklı yapay adalet algısı ve aşırı kurallarla denetlemeye çalışıyoruz. 

Dolayısıyla metropollerde gelişmiş bir hukuk ve kurallar zincirinden söz etmek mümkün. Ancak bu gelişmiş gibi görünen hukukun ve kuralların, ağırlıklı olarak ceza korkusuna dayandığı da bir gerçek. Yani insanlar ötekine bir iyilik yapma amacıyla değil ceza almamak için kurallara uyuyor. İçeriden gelen iyilik isteği değil dışarıdan gelen cezadan kurtulma ihtiyacı aşırı kurallı bir hayatı beraberinde getiriyor. 

Kuralların denetlenemediği büyük afetlerde özellikle metropollerde temel insani değerlerin hiçe sayılarak kolayca yağmalama eylemlerine girişilmesi, içselleşmemiş bir adaletin dışa vurumudur. Kurallar çoğaldıkça insana değil kurala saygının öne geçtiği unutulmamalıdır.