Haftalık Köşe Yazısı

Başkası İçin Gelişmek

Hayat çok kısa. Felsefi bir bakışla, bu kısa ömürde asıl hedef insanın kendini kazanmasıdır diyebiliriz. Çünkü asıl olan insandır. İnsanı kaybettiğimizde insanlığı da kaybederiz. Bunun içindir ki; günümüz bilgi çağında, hızla gelişen insani krizle mücadele zorunludur. Bu hassas mücadelenin çok önemli bir yolu da kişisel gelişim alışkanlığıdır. Kişisel gelişimle, hızla uzaklaştığımız öz dünyamız ile yeniden buluşabiliriz; yitirmeye başladığımız uyum becerilerini yeniden kazanabiliriz.

Tam bu noktada karşımıza, kişisel gelişim bakımından hayati bir soru çıkıyor. Mademki amaç insanın kendisini kaybetmesini önlemek ve yeniden kazanmasını sağlamaktır, insanın hızla değişen hayatta kendi kimliğini yeniden inşa edebilmesidir, insanın fark üretmek için çaba göstermesidir; peki tüm bu çabaların temel hedefi kimdir? İnsanın kendisi mi yoksa diğer insanlar, yani ötekiler mi?

Soruyu tekrar edelim. Kişisel gelişimin hedefi, bireyin doğrudan kendi benine yönelik kazanımlar mı yoksa başkalarına yönelik kazanımlar mıdır? Kısacası kişisel gelişimi kendimiz için mi yaparız, yoksa başkaları için mi? Bu temel soruyu objektif biçimde cevapladığımızda, kişisel gelişim yolculuğunda daha emin adımlarla ilerleyebiliriz.

Doktora tezimin önemli bir kısmında, bu sorulara yanıt aramaya çalışmıştım. Söz konusu çalışmada bilgi toplumunda yöneticilerin kişisel gelişimleri ihtiyacını ele almış, bu ihtiyacın neden ve nasıl karşılanması gerektiğini tartışmıştık.

Kişisel gelişim; aslında öz olarak bireyin kendi donanımlarını zorlaması, uyanık hâle getirmesi ve etkin üretime geçmesi durumudur. Yani bireyin, bir kumaş olarak kendisinden en iyi elbiseyi yapma uğraşısıdır.

Temel bir yaklaşım olarak; bireyin sıfır noktasında yer alması, “ben”i için değil “başkaları” için aktif olması gereğini savunuyoruz. Kişisel gelişim konusunda da bu temel yaklaşımı koruyoruz. Kişisel gelişimin hedefi, kendimizi bir yerlere getirmek değildir. Asıl hedef, kendimizi geliştirerek başkalarına daha fazla katma değer üretmektir. Kendimizi geliştirmek suretiyle insanlara ve insanlığa faydamızı daha da yükseltmektir asıl amaç. Asıl hedef, bilgi çağının neden olduğu insani erime ve insani krizle baş edecek bir kişisel gelişimi sürekli kılmak ve böylece “insani derinliği” yeniden yakalayabilmektir.

“BEN”E HİZMETTEN “ÖTEKİ”NE HİZMETE

Asıl mesele, insanın hayat karşısında kaybolmamasıdır. Ancak her geçen gün maddi dünyanın şahlanmasına paralel, şişen egoların hızla yıkılışını seyrediyoruz. Yabancılaşan, umutsuzlaşan, kaygılı, dertli, iletişimi sınırlanmış insanlar hızla arttığına göre; kişisel gelişim ile amaç, öncelikle kendimizi kaybetmemektir. Asıl amaç insanı, daha iyi bir ifadeyle insanlığı yitirmemektir. Bunun için de kendimizi daha fazla geliştirip, ötekilere daha fazla bir şeyler üretmenin mutluluğunu yeniden yaşamalıyız. Çünkü günümüz insanı sürekli olarak bir şeyler almaktan, kendi maddi bedenine yönelmekten rahatsızdır.

Hayatımızın her alanına modelleyebileceğimiz üç temel duruştan söz edebiliriz: İçgüdüsel bakış, mantıksal bakış ve ruhsal bakış. Kişisel gelişimde de salt kendi içgüdülerimizi tatmin amaçlı olabiliriz. Yahut mantık çerçevesinde gerekli olan gelişimi hedefleyebiliriz. Nihayet ruhumuz, sosyal ve duygusal dünyamızın ihtiyaç duyduğu tatmin alanlarına yönelik bir kişisel gelişim yolu da benimseyebiliriz. Ruhumuzun tatminini sağlayan kişisel gelişim yolu, “ben”e değil, “öteki”ne hizmettir.

“BAŞKALARI İÇİN RÜYA GÖRMEK”

Kendimiz dışındakilere bir şeyler yapmanın en üst noktası olarak, “başkaları için rüya görmek”ten söz eder Gabriel Garcia Marquez. “On İki Gezici Öykü” başlıklı ve Türkçeye de çevrilen kitabının girişinde Marquez, kendi cenazesine katılıp bundan çok hoşlandığı ancak cenaze töreni sonrasında mezarlıkta kalması gerektiği için de çok üzüldüğü rüyasından söz eder. Bunu da “kimliğinin bilincine varma” biçiminde yorumlar.

Kişilerin gördükleri rüyalar, bu rüyalarda yer alan görüntüler ve algılar; kendi bireysellikleri, kişilik özellikleri, yetenekleri, kısacası kendi varlıkları ile ilgili bir öz bilincin gelişmesinde etkili olur. Bu durumu “Benlik Çıkmazı” başlıklı bir makalemizde ele almıştık.

Herkesin kendi benliğini yakalamanın, kendini anlamanın, anlatmanın, pazarlamanın peşine düştüğü ve bireyselliğin toplumu ezdiği bir zamanda Marquez; “başkaları için rüya görebilmenin erdemi”nden söz eder. Marquez bunu, yani başkaları için rüya görmeyi yazarların yegâne işi olarak görür.

Bütün dini inançlar da başkasına bir şeyler yapmanın erdemine dikkat çekerler. Temel inanç değerlerimizin, özellikle tasavvuf geleneğimizin özünde başkasına bir katma değer üretmek vardır. Nitekim başkasını kazanmak suretiyle hakkı kazanma arayışı söz konusudur. Bunun içindir ki; bu kitabımızda söyleyegeldiğimiz “ben”den önce “öteki”ne hizmet, belirleyici bir hayat duruşudur. Başkasının derdiyle dertlenmek, başkasının gönlüne girerek kendini sıfırlayabilmek, “ben” dağından inerek “biz” denizine karışabilmek önemlidir. Bu, “ben”i aşarak başkasının gönlünü kazanmaya talip olma sevdasıdır. Bu, insana ve insanlığa hayır ve iyilik üretme sevdasıdır. Bu, benlik kibrinden kurtulup başkasını kazanmaya yönelmektir. Bu sevdaya tutulanların çoğaldığı bir köyü, beldeyi, toplumu ve dünyayı düşünün. Her şey ne kadar da güzel olurdu… Sonuç olarak; kendimizi başkaları için geliştirmek, insani derinliğin ölçüsüdür.

Fındıkçı, İ. (1996). Bilgi Toplumunda Yöneticilerde Kendini Geliştirme. İstanbul: Kültür Eğitim Vakfı Yayınları.

Marquez, G. (2009). On İki Gezici Öykü. (Çev. İ. Kut) İstanbul: Can Yayınları.